20 Kasım 2012 Salı

Bana Sırtını Dönme - Kitap

Bana Sırtını Dönme - Sinan Akyüz

D&R'ın cep boyu indirimli kitap satışlarına başladığı dönemde Sinan Akyüz'ü hiç okumamış olmama rağmen bu kitabını almış oldum. Yıllardan beri erkeklerin aldatmasının detayları, kolaylığı, toplumca daha kolay kabul edilebilir olması açısından çiğliği ile ilgili konuşulup, yazılmıştır. Yazar Sinan Akyüz durumu tersine çevirip aldatılan  ve istenirse kolaylıkla kandırılan erkeklerin bakış açısıyla anlatmak istemiş itiraf adını verdiği öyküleriyle. Dokuz farklı itiraf adı altında tabiri caizse parmaklarda oynatılan, mecbur bırakılan, kandırılan erkeklerin yaşadıklarını ve kadınların ince detaylara hakimiyetleri sebebiyle olayların nasıl istedikleri yöne doğru yol aldığını gözler önüne seriyor. Kitapta ağırlıklı olarak kadınların oyunlarına gelen ve oluşan olaylarla kendi istekleri öyle zannederek kedi gibi kadınların ayaklarının altına giren "zavallı erkek" örnekleri mevcut. 

Yazarın kurguladığı bazı itiraflar abartılı gibi görünse de, evlenebilmek uğruna bileklerini kestiğini iddia edip kırmızı mürekkebi istediği renge getirip kanlı görünümlü sahte bandajlarla gezen. Hamileyim deyip yine evliliği zorunlu kılıp, her nasılsa yüzük takıldıktan sonra bebeğini düşürenler. Hatta "X" kişi ile beraber olamazsa intihara meyilli tanımının bold yazıldığı sahte doktor raporu alıp, buna inanan zavallı erkekle yaşayan tanıdıklar ya da onların tanıdıkları var. 
O yüzden kadının isterse erkeklerden daha gözü kara davranabileceğini ve tehlikeli planlar yapmaktan kaçınmayacağını sanırım herkes bilir. Kitapta vurgulanan başka bir nokta ise kadınlar sadece karşı cinse değil, hemcinslerine de isterlerse acımasız olabilirler.
Çeşit olsun, okuyun :)

Ben Sinema Artisti Olmak İstiyorum - Tiyatro

Ben Sinema Artisti Olmak İstiyorum - Neil Simon 

İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından 22 Aralık 2010 tarihinde prömiyeri yapılan "Ben Sinema Artisti Olmak İstiyorum" oyununu Ekim sonu itibari ile Kadıköy Haldun Taner sahnesinde seyrettim.
Libby kendisini, annesini ve küçük erkek kardeşini terk eden ve Hollywood'da yaşayan oyun yazarı babasına habersiz bir ziyaret yapar. Artist olmak istediği için bu ziyareti gerçekleştirdiğini söyler. Oyun ilerledikçe aslında isteklerin, beklentilerin, ilişkilerinin duygularla yoğrulduğunu görüyoruz. Belki de bir daha görüp-görmeyeceği belli bile olmadığı kızını karşısında gören babanın nasıl davranacağını bilememesi, kızın ise ailesini terk eden bu adamı babası olarak sonsuz tanıma ve sevme isteği komik diyebileceğimiz şekilde izleyicilere aktarılıyor. Büyümüş ama nenesinin tavsiyelerini babasıyla ve onun kız arkadaşı ile paylaşan Libby'nin hala çocuk ve eksik kalmışlığını da görüyoruz.
Yönetmen geçen sene İntiharın Genel Provası ve Günlük Müstehcen Sırlarda izlediğim S.Bora Seçkin. Libby rolünü üstlenen Derya Çetinel o kadar enerjik ve hareketliydi ki, ağır kanlı seyircilerin onu izlerken yorulduğuna inanıyorum.  Baba rolünde Erhan Yazıcıoğlu, ilk etapta baba-kız arasındaki ilişkiyi dengeleyen kız arkadaş rolünü ise Bestem Türen canlandırıyor.  
Bu oyunu gerçekten çok sevdim, günün modern sahne koşullarını kullanarak ama klasik tiyatrodan kopmadan sahnelenmiş bir oyun. 
Bu oyunla ilgili olmasa da bazen  klasik bir eseri güncelleştirmek adına değiştirerek, seyir zevkine ve sanatsal değerine zarar verildiğini düşünüyorum. Deneysel tiyatro denemelerine kesinlikle karşı olmamakla birlikte klasik oyunların ana metne bağlı olarak oynanmasını daha keyifli buluyorum. 


Sis ve Gece

Sis ve Gece - Ahmet Ümit

Evli ve mutlu olduğuna inanmış istihbarat çalışanı Sedat'ın hayatı yakın görev arkadaşı ve ağabeyi olarak gördüğü Yıldırım'ın öldürülmesi ile değişmiştir. Bu dönemde eski komşularının üniversite öğrencisi kızı Mine'nin hayatına girmesiyle birinci önceliği yasak aşkı olmaya başlamıştır. Bir süre yasak aşkı devam ettiren Mine, Sedat'tan ayrılarak eski siyasi sabıkalı Fahri ile birlikte olmaya başlar ve kısa süre sonra kimseye bir haber bırakmadan ortadan kaybolur. Görevden ziyade aşkı sebebiyle Mine'yi bulmaya çalışan Sedat ile Fahri arasında çatışma olur ve Fahri konuşturulamadan ölür. Çatışmada yaralanan Sedat tam iyileşmeyi beklemeden Mine'yi aramaya devam eder. Bu saplantılı arama çalışmaları içerisinde karısına, yakın çevresine yasak ilişkisini açıklamak istemez ve çalıştığı birim müdürü olan amcası ile de ters düştüğü durumlar oluşur.
Örgüt evleri, siyasi - adli suçlu ile polis arasındaki ilişki, istihbarat birimi içerisindeki çalışmalar, aile ilişkileri gibi konuları Ahmet Ümit çok güzel bir anlatımla okuyucuya yaşatıyor. Kendime en kızdığım konu ise sonunu Madam'ın tavşan konusunu Sedat'a anlattığı anda anlamam oldu. Sonuna kadar gelip de keyifli bir ters köşe yaşayamadığım için gerçekten üzüldüm. 
Kitabın 2007 yılında yapılan filmini Turgut Yasalar yönetmiş, başrollerde ise Yetkin Dikinciler, Oktay Kaynarca, Uğur Polat görev almış. Filmini izlemedim, izleme şansını kendime oluşturursam onunla ilgili de iki çift laf yazarım artık.


19 Kasım 2012 Pazartesi

Bülbülü Öldürmek

To Kill A Mockinbird - Harper Lee

Yıllar önce bu kitabı okumuş olduğum halde, kitaplar konusundaki feci hafıza sorunumu dikkate alarak tekrar okumaya başladım ve çok kısa sürede bitti.  Bu okumayla tekrardan kesinleştirdiğim inancım şudur ki, bir kitap farklı yaşlarda okununca farklı tatlar veriyor.
Haksızlıkları sindirmiş ve alışmış olan şimdiki yaşıma rağmen yine de çok akıcı ve adalet konusunda zorlayıcı buldum.  Zaman, mekan değişik olsa da ayrımcılık insanın içine işlemiş ve insanların doğasında pusuda hazır bekliyor. Kitapta özellikle bir paragrafta aynı renk ve ırktan olup, toplumda beraber yaşayan insanların arasında da zengin, eğitimli, alt sınıf aile - üst sınıf aile gibi kavramlar olduğunu ve üst sınıftan kabul edilenlerin her zaman alt sınıfı yargılayabileceği göz önüne serilmiş. Olayları okuyuculara anlatan Scout'ın 8 yaşında bir kız çocuğu olması ise bize, olaylara çocuk saflığı ile algılayıp yetişkin çevrenin verdiği değişik tepkilerle değerlendirerek, kendi adına sorgulayarak anlatmasına neden oluyor. Scout'ın ağabeyi Jem ve yakın arkadaşları Dill büyürken hayatı anlamaya gayret ediyorlar. Özellikle halalarının  klişeleşmiş hareketleri, toplumun yapıştırdığı etikete uygun davranmak gerekliliği zaman zaman çocukları zorluyor. Kitabın ilk bölümü çocukların hayata genel bakışını veriyor. Benim ikinci bölüm olarak ayırdığım kısımda ise çocuklar cehaletin, toplumun gücünü ve kolay değişmeyen önyargılarla dolu insan bakış açısını görüyorlar. Haksız yere ırza geçmekle suçlanan bir zencinin, çocukların avukat babaları tarafından 1930'ların Amerikasında mahkemede savunulması ve etkileri. Dayattırılmış bakış açısına verilecek en güzel örnek 2.ci sınıf öğretmeninin derste Yahudilere yapılan zulüm sebebiyle Hitler'e katil deyip, konu zenciler olunca asılmaları, beyazlarla aynı koşullara sahip olmamaları gerektiğini komşuları ile konuşurken Scout'ın şahit olmasıdır. Çocuk aklı ile arada farkın ne olduğunu sorgulaması da kitap adına önemli bir detay. 
Hukuk eğitimi alan Harper Lee'nin yazmış olduğu tek kitap olan Bülbülü Öldürmek, 1961'de Pulitzer Ödülü almış. 1962 de senaryolaştırılan roman filme alınmış,  aynı yıl 1 Altın Küre ve 3 Oscar Ödülü kazanmıştır. Filmi de ergenken izlediğim için en kısa sürede onuda bir tekrar yapacağım. 

Bezirgan - Tartuffe

13 Kasım Salı akşamı Moliere'in Tartuffe eserinin uyarlaması olan ve İstanbul Halk Tiyatrosu tarafından sergilenen Bezirgan'ın prömiyerini BKM'de izlemeye gittik.. Öncelikle kendi ebatlarımızı pek düşünmeden almış olduğum biletler sebebiyle dizlerimiz öndeki koltuğa gömülmüş vaziyette izlemek zorunda kaldığımızı söylemek zorundayım. Yenilenen salonlarda bu sorunla pek karşılaşmasakda eski salonlarda maalesef belli bir boyun üstündeyseniz sıkışmak zorunda kalıyorsunuz. 

Oyuna gelince bu oyuncular ne oynasa zaten izlettiriyorlar, guruba yeni katılmış Şebnem Bozoklu'da aynı sinerjiyi yakalamış. Erkan Can'ı maskesiz ve daha uzun süreli bir rolde görmek istesek de, sahne arkasında varlığını bilmek bile güzel. Bahtiyar Engin ve Cem Davran zaten muhteşemler. 

Çok fazla "spoiler" vermek istememekle birlikte, oyun manevi duyguların insanların sömürülmesine nasıl sebep olduğunu, körü körüne bağlı kalmanın kişinin kendisiyle birlikte çevresini de nasıl felakete sürüklediğini komik bir dille anlatıyor.  Cem Davran'ın ses verdiği "İbo" karakteri sahnedeyken, ilk başta neden başka bir oyuncu oynamamış diye düşündüm ama kısa sürede farklı  ses kullanımı sebebiyle "İbo"ya da alıştım.

Sonuç olarak tiyatro sevenler mutlaka izlemeli, tiyatro bilmeyen ve alışmasını istediğiniz kişiler varsa bu oyun onlara belki tiyatro hastalığını bulaştırabilir.  Yine de Cem Davran'ın evin oğlunu oynadığı 20 sene önce oynanmış oyunu ve Moliere versiyonunu da keşke izleyebilseydim diye düşünmeden edemiyor insan. O yüzden bu sene bu oyunu görün ve 20 sene sonra roller değişince yine görün :)

13 Kasım 2012 Salı

Ben Feurbach

Trabzon Devlet Tiyatrosunun hazırladığı  "Ben Feurbach" oyunu, bu sene İstanbul Cevahir Sahnesi Salon 2 de İstanbullu tiyatro severlerle buluştu.  Yazarı Tankred Dorst'un izlediğim ilk oyunu olduğundan biyografisini biraz araştırınca, insan hayatında kaybolmuş yedi yıldan bahsederken, kendisinin çok daha kısa süre bile olsa savaş esiri olarak kaybettiği günlere atıfta bulunduğunu düşündüm.  

Yazar insanın hayatında değişen durumlar, başkalarının insana bakışı, kendini kabul ettirme çaba ve duygusunu bir tiyatro oyuncusunun hayatından bize anlatmaya çalışmış. Ana karakterin isminin Feuer=Ateş, Bach=Su olması da, karşıtlıkların aynı yerde, zamanda bir arada olabileceğinin göstergesi. Oyunun karanlıkta başlaması da herkesin yeni başlangıçlarda bir parça da olsa karanlıkta olabileceğini ifade ediyor bence.

Oyunculardan Hakan Meriçliler inanılmaz etkileyici oyunuyla kendisine hayran bırakıyor. TV dizilerini izlemediğim için salonda kendisini en az tanıyanın ben olduğumu sanıyordum ama oyun bittikten sonra yapılan konuşmalara kulak misafiri olunca, TV dolayısıyla bilen kişilerin de performansını öve öve bitiremediklerini duydum. Genel ifadelerden çoğu "o dizide yazık oluyor bu adama" söylemiydi. En komiği de seyircilerin tanıdığı sanatçı sahneye çıkınca çıkardıkları yüksek sesli anlamsız nidalar oluyor. Bu durumda olanlara verebileceğim en elzem tavsiye "ses çıkartmayın da hiç olmazsa oyun hakkında bilginiz olmadan geldiğinizi belli etmeyin". Aynı durum Hakan Meriçliler içinde oldu maalesef. 

Oyunun bir enteresan tarafı da, tatlı mı tatlı, uslu mu uslu bir Golden Retriverın kısa sürede de olsa sahne almasıydı. Feurbach'ın en ateşli konuşma ve bağrışları sırasında bile gayet uslu durarak sahne çaldı diyebilirim. Bilinmesi gereken bir diğer noktada salondaki ilk sıra kurgu gereği satılmıyor. 

Devlet tiyatroları geçen senelere nazaran bu sene dram nitelikli oyunlara ağırlık vermiş görünüyor, umarım Aralık programı ile daha neşeli oyunlarda izleyebiliriz. 

1 Ekim 2012 Pazartesi

Pandora - Anne Rice

Pandora - Anne Rice 

Genç bir vampir Paris'te bir cafede neredeyse hayranlık beslediği Pandora'dan insanlıktan-vampirliğe geçiş hikayesini yazmasını ister.  Roma döneminde yaşayıp, Mısır tanrılarıyla karşılaşıp, nasıl dönüştüğünü hatırlaması Pandora'nın eski aşkını-hayatındakileri özlemle aramasına sebep olur.

Anne Rice vampirlerden gerçekten korkmamızı sağlamaya devam etmiş,  "Twilight"ın vejeteryan vampirlerinden sonra buradakiler daha hoş ama yine de "Vampirle Görüşme"nin yerini tutamamış.  Roma dönemi, Antakya, Mısır gibi coğrafyalardaki tasvirler kitabın okunması için yeterli motivasyonu veriyor.